Liderin ‘markalaşma’ yolculuğu

Steve Jobs, Jack Welch ya da Jeff Bezos’un içinde yer almadığı bir yönetim kitabı, liderlik makalesi yok gibi. Elon Musk, ‘cesaret ve vizyon’ denince akla gelen ilk isimlerden biri olmaya başladı.

Bu kişiler, lideri oldukları markaları, özgün kişilikleri ve iletişimleri sayesinde ‘başarının ötesine’ taşıdılar. Günümüzde bu türden ‘marka liderlere’ sahip olmak kurumlar ve markalar için büyük şans. Bir iletişimci ordusunun yıllarca uğraşıp başaramadığını, ‘markalaşmış’ bir lider, Twitter’da yayınladığı bir fotoğraf ya da birkaç saniyelik Instagram hikayesi ile başarabiliyor.

Nitekim, bu liderlerin başarısı kadar gayet insani hataları ve zaafları da kurumun itibar hanesine yazılıyor. Bu nedenle ‘marka liderler’ için, kendi markalarının ötesine geçip, şirketlerinin ‘liderlik markası’nı geliştirmeleri de çok önemli. Liderlik markası; tüm paydaşların beklentilerinin, kurum kültür ve değerleriyle uyumlu bir şekilde karşılanmasını ifade eder. Mesela Goldman Sachs, GE, Boeing, 3M gibi şirketler standart liderlik eğitimleriyle sadece bireysel liderlerin yeteneklerini güçlendirmekle kalmıyor, şirketin liderlik markasını geliştirmeye odaklanıyorlar. Böylece çalışanlar şirketin ya da markanın ‘değer vaadini’ gerçekleştirmede aktif rol oynayabiliyor. Bu yıl Avrupa İletişim Zirvesi’nde dinlediğim Microsoft’un üst düzey iletişim yöneticisi de iletişim stratejilerinin tamamen “güven” üzerine kurulu olduğunu vurgularken, bunun sadece iletişimcinin değil organizasyonda çalışan herkesin işi olduğunun altını çizdi. Bu yönüyle liderlik markası, kurum kültürüyle yakından ilişkili. ABD’de 150 başarılı “liderliği besleyen” şirkette yapılan araştırmada, bu şirketlerin etkili liderler yetiştirirken istikrarlı bir kârlılık kaydettikleri ortaya çıkmış.

Özetle, şirket çapında kolektif bir liderlik markası yaratmak gerekiyor! Bu da tüm çalışanların sahipleneceği bir ‘liderlik markası’ yaratmakla mümkün.

‘Marka lider’lerin en önemli sorumluluklarından biri de bu.

Şule Yücebıyık
KİD Yönetim Kurulu Başkanı

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 80. sayısında yayımlandı.